Önce Abana nerededir ? Nereye bağlıdır ? Kısaca bahsedelim.
Daha sonra Abana'yı ayrı bir yazı olarak geniş bir şekilde tanıtacağım.
Abana Kastamonu'nun şirin bir sahil kasabasıdır.
10-11 yıldır her yaz tatilimizi bu şirin ilçede geçiriyoruz.
Her sahil kasabasında olduğu gibi, Abana'da kışın nüfus 2000-2500 iken,
yazın bu sayı 15.000'e çıkıyormuş.
Evlerin çoğu yazlık. Bazı apartmanlarda kışın kimse oturmuyor.
Yukarıda ki ilk resmi kivi bahçesine giderken çektim.
Tepenin ismi Irıva diye biliyorum ama hastane tepesi dersem Abana'yı bilenler,
nereden bahsettiğimi hemen anlar .
Hep söylenir ya "güneş en güzel bizim orada batar" diye,
bende "Abana'da da güneşin batışı çok güzeldir" diyorum.
Güneşin muhteşem bir kızıl renkle yavaş yavaş denize batmasını seyretmek
gerçekten çok güzeldir.
Yazı gittikçe Abana yazısına dönmeye başladı, biz kivi bahçesine geri dönelim😄 |
30 Ocak 2007 Salı
ABANA'DA KİVİ BAHÇESİ
23 Ocak 2007 Salı
RUMELİ KAVAĞI ve BOĞAZ
Evlilik yıl dönümümüzün olduğu 9 Ocak günü, eşim "Levent'te biraz işim var,
beraber gidelim dolaşmış oluruz" dedi.
Tabii ki ben bu fikre bayıldım, ilk işim fotoğraf makinemi çantama yerleştirmek oldu.
Levent'te işimiz çabuk bitti, havada güzel olduğu için eve gitmek istemedik.
Eve gideceğimize yüreğimizin götürdüğü yere gittik ve kendimizi Rumelikavağı'nda bulduk.
Semte girer girmez balık lokantalarının elemanları arabanın önüne atlayıp, müşteri kapmaya çalışıyor.
Sağolsun eşim balık yiyemediğimi bildiği için balık lokantasına gitmedik.
Levent'ten yola çıktık ve İstinye'den itibaren sahilden gittik.
İlk resimleri Kalender'den çektim.
Hava açık ve güneşli olduğu için resimler pırıl pırıl çıktı.
Saat ilerleyipte birde sis çıkınca sonda ki resimler puslu çıktı.
İstanbul'da Boğaziçi'nde dolaşıpta,
Orhan Veli Kanık anılmadan geçilir mi ?
Geçilmez.
İşte Orhan Veli Kanık'ın yazdığı,
Şekip Ayhan Özışık'ın Hicaz makamında bestelediği harika dizeler;
İstanbul'da Boğaziçi'nde
Bir garip Orhan Veli'yim Veli'nin oğluyum Tarifsiz kederler içindeyim Urumeli Hisarı'na oturmuşum Oturmuşta bir türkü tutturmuşum İstanbul'un mermer taşları Başıma da konuyor martı kuşları Gözlerimden boşanır hicran yaşları Edalım... Senin yüzünden bu halim. İstanbul'un orta yeri sinema Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne Sevdalım... Boynuna vebalim İstanbul da, Boğaziçi’ndeyim Bir garip Orhan Veliyim
Yazan:Ümit Yaşar Oğuzcan
İstanbul Evin içinde bir oda, odada İstanbul Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm Çekmeğe başladı, oltada İstanbul Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede İstanbul, masada İstanbul Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım Nereye gidersen git, orada İstanbul. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın İstanbul şiiri tam yerini buldu.
Hey gidi Tarabya Oteli hey!
Nerede o güzelim endamın, nerede eski Türk filmlerinde ki ihtişamlı duruşun.
Siz bakmayın resimde güzel göründüğüne, yakınına gittiğinizde tadilata girip her tarafı kırıldığı için, tam bir harabeyle karşılaşıyorsunuz.
Neredeyse binanın sadece iskeleti kalmış, anlaşılan tam bir tadilat ve restorasyondan geçecek.
Tarabya Otelini de geçtikten sonra yavaş yavaş ortalık ıssızlaşma ya başlıyor.
Karşıda ki bölge askeri bölge olduğu için, yapılaşma yok!
İyi ki de Askeri bölgeymiş, yoksa şimdiye kadar çoktan binalar dikilip, betonlaşmıştı.
Kıyı boyunca ilerledikçe İstanbul'da olduğunuza inanamıyorsunuz.
Ortalık ıssız ve sakin.
Tabi bu yazdıklarım kış aylarında ve hafta içi geçerli.
Yaz aylarında,hele hafta sonu trafikte bile ilerlemenizin imkanı yok.
Bu resmin çekildiği civarda Telli Baba Türbesi var.
İstanbul'da ki gelinlerin düğün günü gitmeden duramadıkları
meşhur Telli Baba Türbesi.
Türbe hakkında Sarıyer Belediyesinin sitesinde çok ilginç bilgiler var.
İlçede Telli Tabyanın üst tarafından yola yakın yerde
Telli Baba adıyla anılan bir yatır ve türbesi vardır.
Buradaki mezar yıllarca önce Hacı Nimet Abla
(Özden, piyango bileti bayii) tarafından onarılarak türbe haline getirildi.
Aslında mezarda;
Türk balıkçıya âşık olan bir Rum rahibe kızın bulunduğu
öteden beri söylencesi yaygındır.
Rahibe kız Rumelikavağı'ndaki manastırdan deniz yolu ile kaçarken,
kayığının batması üzerine boğularak ölmüş,
cesedi bu mevkide kıyıya vurmuş ve bulunduğu yerin
az yukarısında gömülmüş, mezarı üzerine de gelin teli konulmuş!
Fakat zamanla söylenceler değişikliğe uğramış ve
"Telli Gelin" "Telli Baba" olup çıkmış!
Bir başka iddia ise Telli Tabya'da bekçilik yapan bir ermişin
ölmesi üzerine buraya gömülmüş olması nedeniyle "Telli Baba" denildiğidir.
Ve Rumeli Kavağına giriş yapıyoruz.
Yaz aylarında Boğaz turuna katıldığımızda denizden gittiğimiz gürezgahı,
bu sefer karadan ve Avrupa yakasından gitmiş olduk.
Rumeli kavağı vapur iskelesi ;
Şehir hatları işletmesinin Avrupa yakasındaki son iskelesi.
Rumelikavağı'nda ki resimler hep deniz kıyısından oldu.
Deniz varken insanın gözü başka bir şeyi görmüyor.
Rumelikavağı'nın nerde olduğu ile ilgili küçük bir kaç bilgi;
Rumelikavağı,İstanbul Boğazı'nın en kuzeyinde,
Sarıyer ilçesine bağlı,balığı,midyesi ve inciri ile meşhur bir semttir.
Sahilde, Rumelifeneri ve Sarıyer arasında kalır.
Karşıda gördüğünüz yer, Anadolu Kavağı.
Boğaz turuna çıktığınız zaman vapurun en son durduğu ve mola verdiği yer.
Tepede görünen kalenin ismi Yoros Kalesi.
Yoros Kalesi,1190 yılında Cenevizli'ler tarafından yapılmış, daha sonra Bizans ve Osmanlıların eline geçmiş.
Sahilden Yoros Kalesine çıkmak mümkünmüş ama en az yarım saat yokuş yukarıya yürümeniz gerekiyormuş.
Çıktığınızda sizi bekleyen manzara buna değiyormuş.
Yoros Kalesinden Karadeniz'den Boğaza giriş yapan gemileri seyrede biliyormuşsunuz.
Güncelleme;
Ben bu yazıyı yazdığımda henüz Yoros Kalesine gitmemiştim.
Daha sonra Yoros Kalesine gittim, bol resimli bir yazı hazırladım.
Yoros Kalesine ait gezi yazısı ve resimlerim 👉BURADA
Burasıda Boğazın Karadeniz'e açıldığı yer, sık sık geçen gemileri sahilden izleyebilirsiniz.
RUMELİKAVAĞI'NA NASIL GİDİLİR?
Boğaziçi'nin kuzey ucundaki bu köye ulaşmak için; İETT'nin 4.Levend Metro aktarma istasyonundan her
30-40 dakikada bir kalkan "25A" hat numaralı "4.Levend-Rumelikavağı"
otobüslerine binilebilir
(seferler, gün boyunca karşılıklı olarak 27'şer defa gerçekleştirilir).
Şehirhatlarının 18:20'de Eminönü "1" numaralı Boğaz iskelesinden yapılan
"Eminönü-Boğaziçi-Sarıyer-Rumelikavağı-Anadolukavağı" seferi ile
ulaşılabilinir (Rumelikavağı'na; 19.55'de ulaşır).
Şehirhatlarının gün içinde 10:35 ve 13:35'de gerçekleştirdiği ve
Eminönü "1" numaralı Boğaz iskelesinden yapılan
"Eminönü-Beşiktaş-Boğaziçi-Sarıyer-Rumelikavağı-Anadolukavağı"
ÖZEL GEZİ seferi ile ulaşılabilinir (Bu seferler, sırasıyla;
11:55 ve 14:55'de Rumalikavağı iskelesine varırlar).
Dönüş saatleri de; 154:10 ve 17:10 olup,
sırasıyla; 16:30 ve 18:30'da Eminönü'nde gezi tamamlanır.
Şehirhatlarının; "Anadolukavağı-Rumelikavağı-Sarıyer"
arasında gün boyunca gerçekleştirdiği 7 ring seferiyle Anadolu yakasından,
10 dakika içinde geçiş yapılabilinir.
*Rumeli Kavağı'na ulaşım bilgisi wowturkey.com sitesinden alınmıştır.
Sahil olurda martı olmaz mı?
Oldukça fazla martı var ve sahilde olduğunuzu çığlıklarıyla size hiç unutturmuyorlar.
Altta ki resimleri çektiğim yerin adı: Havantepe.
Sahilde dolaşıp, yemek yedikten sonra dönüş yolunda keşfe çıkalım dedik ve
kendimizi bu muhteşem manzaranın olduğu yerde Havantepe'de bulduk.
Sahilden epeyce yukarıda ve bayaa yokuşu olan bir yoldan çıkıyorsunuz.
Biz arabayla çıktık ama akşam alışverişini yapan yada bir yerden dönen
ev hanımlarını ve semt sakinlerini, o yokuşları çıkarken gördükçe benim nefesim kesildi.
Bu muhteşem manzaranın bedeli de bu yokuşlar olsa gerek.
Havantepe'de çektiğim resimler biraz puslu.
Öğlen saatlerinde hava daha açıktı deniz net ve pırıl pırıldı.
Biz yukarıya çıkıncaya kadar İstanbul'un havası da değişip, ortalığı sis kapladı.
Manzaranın en ilginç tarafı, bugüne kadar İstanbul'un silüetini gösteren
çok resim gördüm ama bu açıdan hiç görmemiştim.
Biraz dikkatli bakarsanız altta ki resimde Şişli, Maslak ve Levent'teki gökdelenleri görebilirsiniz.
Bu şiirde tam buraya uygun, tepeye çıkar çıkmaz aklınızdan bu dizeler geçiyor.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel Nice revnaklı şehirler görünür dünyada Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende kalan... Sana dün bir tepeden baktım aziz istanbul... Şiir;Yahya Kemal Beyatlı
Beste:Münir Nurettin Selçuk
Havantepe, havanın bu kadar puslu ve sisli olmadığı bir günde mutlaka çekim yapılması gereken bir yer.
Yeni bir gezide görüşmek üzere....
|
12 Ocak 2007 Cuma
GÜLHANE PARKI
Resimlerin çekim tarihi 15 Ağustos 2006.
Park bugünlerde resimlerdeki gibi cıvıl cıvıl değil, tam bir Sonbahar havası var .
Gülhane Parkı çocukluğumun vazgeçilmez gezi ve piknik yeriydi.
Babam Almanya'dan izine geldiği zaman mutlaka Gülhane Parkı'na gezmeye ve pikniğe giderdik.
Sultanahmet'i ve Ayasofya'yı ziyaret edip, Gülhane parkına inerdik ve piknik yapardık.
O zamanlar parkın içinde, 1955 yılında açılan, hayvanlarının içler acısı durumda olduğu bir hayvanat bahçesi de vardı.
Daha sonra hangi akla hizmet edildiyse o tarihi güzelim Gülhane parkı bir panayır yerine döndü.
İçinde koca bir lunapark, sayısız satış çadırı, bir o kadar da yeme içme bölümleri olan, kalabalık ve curcunanın olduğu bir panayır.
Hele halk konserlerinin olduğu günlerde tam bir izdiham ve kargaşa oluyordu.
Neyse ki bu yanlıştan döndüler ve 2-3 yıl önce parkı bakıma alıp, önce hayvanat bahçesini ve panayırı andıran her şeyi kaldırdılar.
Hayvanat bahçesinde ki hayvanları merak ediyorsanız, onlar Ankara'da ki Atatürk Orman Çiftliğine gitmişler.
Parka adım attığınız anda şehrin gürültü ve kargaşası dışarıda kalıyor, kuş seslerinin ve ağaçların arasında dolaşırken şehrin tam göbeğinde üstelik Eminönü'nde olduğunuzu tamamen unutuyorsunuz.
Gülhane parkı, İstanbul'un en eski parklarından biridir. Sarayburnu, Topkapı Sarayı ve Çizme Kapısı arasında bulunan hafif eğimli alanda yer almaktadır. Gülhane diye anılmasının sebebi, içinde Topkapı Sarayı'nın gül bahçeleri olduğundandır. Bizans döneminde askeri depoların ve kışlaların bulunduğu Gülhane'ye daha sonra Mangana Sarayı yapılmıştır. Aynı zamanda bu çevrede Hagios Georgies Manastırı ve Panagia Hodegetria Ayazması'nın bulunması nedeniyle bu bölge kutsal sayılırdı. İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed Sarayburnu'nu surlarla çevirerek Çinili Köşk'ü yaptırdı. Burada güreş, cirit gibi eğlence ve gösteriler yapılırdı. Yapılan önemli gösterilerin anısına Gülhane'ye birçok nişantaşı dikildi. III. Murad için Sadrazam Sinan Paşa buraya ünlü İncili Köşk'ü yaptırdı. Gülhane'deki bahçelerin ve sarayların temizliği için Bostancı Ocağı'ndan Gülhane Ocağı denen bir bölük ayrılmıştır. İstanbul'da ilk ciddi imar çalışmaların yapıldığı 1776 yılında Fransız Kauffer'e yaptırılan imar kapsamına Gülhane'de alındı ancak uygulamaya geçilemedi. 1839 tarihinde Tanzimat Fermanı'nın Gülhane'de okunmasından dolayı, bu fermana; Gülhane Hattı Humayunu da denir. II. Abdulhamid 1880'ler de ilk büyük müzenin burada yapılmasına izin verdi. Müze-i Humayun'un yapılması sırasında bahçe düzenlemesi yapıldı ve müzeyle birlikte halka açıldı. Atatürk, 24 Kasım 1928'de Gülhane'de düzenlenen törende "Başöğretmen" sanını alarak Latin harflerini halka tanıttı ve burada ilk dersini verdi.
RİVAYETE GÖRE;
|
Komünist partisinin toplantılarının yasaklanması üzerine, komünistler de gizlice toplantılarını sürdürmek için Gülhane parkına piknik yaparmış gibi gitmeye başlarlar ve toplantıları da bir ceviz ağacının altında yaparlar.
Nazım bunun üzerine bir şiir yazar "ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında"
Cem Karaca da bu şiiri besteledi, şarkı olarak belki bir yerlerden kulağınıza çalınmıştır.
BEN BİR CEVİZ AĞACIYIM, GÜLHANE PARKINDA
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Nazım Hikmet
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Nazım Hikmet
Bir parka gittiğiniz zaman ne yapmak istersiniz?
Eminim pek çok kişi soruyu "şehir hayatında mahrum kaldığımız çimenlere oturmak" diye cevapladı.
Bu aralar Gülhane parkında ki çimenlere ne yazık ki yaklaşamıyorsunuz, oturmaya kalkanları bekçiler kibarca! uyarıyor, çimenlerde oturanlar kaldırılıyor, bekçiler gidiyor haydi hop herkes yine çimenlerde.
En rağbet gören çimenlik ise boğazı gören çay bahçesinin önünde ki çimenlik.
Çay bahçesine para vermek istemeyen yada veremeyenlerin 1 numaralı tercihi orada ki çimenler.
Bu arada;
Gülhane parkının yeni düzenlemesi sırasında üst taraflara kapalı çardak tarzı, gözlerden uzak bölümler yapılmış.
İyi mi yapılmış? HAYIR!
Neden diye soracak olursanız, gözlerden uzak olduğunu fırsat bilen gençler tarafından o çardaklar suistimal ediliyor.
Bu yüzden aileler üst tarafta ki çardaklara pek çıkmıyorlar.
Eskiden oralarda piknik masaları vardı, aileler rahat rahat hafta sonu piknik yapardı.
Yukarıda ki resme bakıp hepsinin tabureli olduğunu zannetmeyin, üst tarafta ki çay bahçesi sandalyeli.
Yıllardır gidip gelirim, hiç bardakla çay verildiğini görmedim.
Tek kişi de olsanız 8 kişide ona uygun bakır bir çaydanlıkla, kişi sayısına uygun bardak ile çay veriliyor.
Çayınızı kendiniz doldurup içiyorsunuz.
Çaydanlıkların sapı da demir olduğu için elinizi yakmasın diye verilen el bezleri ise her zaman tertemiz, bembeyaz.
Set Üstü Çay Bahçesi hakkında hazırladığım yazı BURADA
Set Üstü Çay Bahçesi hakkında hazırladığım yazı BURADA
Çay bahçesinin en büyük özelliği tabi ki manzarası, manzara yüzünden herkes ön tarafta ki masalarda oturmak istiyor.
Yazın hele hafta sonu bu oldukça zor oluyor.
Önler boşaldıkça arkadakiler hemen ön masaya geçiyorlar.
Havanın en sıcak olduğu günlerde bile gitseniz, her zaman püfür püfür esen bir rüzgar var.
İstanbul'un yaz sıcağında rüzgar bulmak büyük bir nimet.
Sol tarafınızda;
Boğaz Köprüsü, Kız Kulesi, Kuleli askeri lisesi,
Önünüzde;
Boğazdan çok lüks gezi gemileri de geçiyor, ağır tonajlı yük gemileri de, hepsi önünüzden geçip Marmara'ya veya Karadeniz'e doğru yol alıyorlar.
Son olarak bir video kaydımız var.
Ağustos ayında ki rüzgara dikkatinizi çekerim.
Yeni bir gezi yazısında görüşmek üzere...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)